15 Ara 2011

Evden Çıkınca Ben... Eyvah!

Melaba, ben araba.

Uzun zaman önce aramıştı Emre beni ve ben Gök ile kavgalı olduğumdan açmamıştım telefonu. Sınavlar, koşturma derken ben bu adamı aramayı unuttum! Derken, geçtiğimiz Cumartesi mağazada karşılaştık kendisiyle. Güzel bir kaçma bahanesi oldu ve oturup kahvelerimizi yudumlarken bir söz verdim ona: "Bu Çarşamba görüşüyoruz o zaman!" Verdiğim en güzel sözlerden biri olduğunu Emre ile görüşmeden önce fark edememiştim tabi.

İnsan ilişkilerinde en sevdiğim evre "Tanışma"dır. Bu gece Emre ile tanışma gecemizdi. Birbirimize kendimizi anlattık, sohbet ettik bol bol. Kimi zaman şaşırdık, kimi zaman güldük, bazen de durup düşündük. Emre'nin özel hayatı hakkında bilgi sızdırmak istemem; ama beni oldukça şaşırtan durumları var kendisinin. -Selam Emre, okuyorsun biliyorum. Gülme! Gül. Naber? (=

Kıtır'daydık uzunca bir süre. Sonra ben eskiden çalıştığım bara gitmeyi teklif ettim; memnuniyetle kabul etti Emre de... Gittik...

Buradan sonra film kopuyor tabi. Benim kafa zaten olmaya başlamış; bir de süpersonik iki İtalyan abi ile tanışınca, ben Emre'yi unuttum! -Özür dilerim Emreeeeee! Kimse senden daha süpersonik olamaz! Ayrıca eski bir mankene benziyorsun canım.- Bu abilerle öyle derin bir muhabbete daldım ki; zaman nasıl geçti anlamadım.
Bu abiler de öyle alelâde abiler değil ha! Az önce Hazreti Google'a sordum "Bunlar kimdir, necidir?!" diye; çok taşaklı sonuçlar sundu bana. Yani isim vermiyorum şekerim. Üzgünüm.

Biri 50, diğeri 40 yaşında!  İkisi de birbirinden flörtöz, birbirinden eğlenceli... Spritz yapmışlar, içtim; lezizdiiiii! Bar açmayı düşünüyorlarmış Ankara'ya. "Eyvallah..." dedim; "...ben de garson olurum." Güldüler; başa geçirirlermiş beni, ne garsonluğuymuş?! Falanlar filanlar, iltifatlar uçuyor havada! Hahaaayt! Çok iyiydi yahu! Bir de İstanbul değil de Ankara. Hoşuma gitti tabi; "İstanbul'a herkes aşık olabilir; ama Ankara başkadır, sadece özel insanlar sevebilir burayı." dedim, mest oldular!

Esas mesele şu ki, ben 40'a hasta oldum. Adam evli ve iki cücüğü var. Evet, benden beklenen bir hareket... Neyse ki Gök var; frenliyorum kendimi. Hadi ben frenlemedim kendimi; 40 ile kesin ... (ehm)! Zira adam hiç demiyor ki "Ben evliyim, blah blah..." Parmağında yüzük var, dedim "Sen evlisin (kıps)" dedi "Yoooooooooo, öyle değiiiiiiil!" dedim "Peki madem, öyleyse nişanlısın (kıps)" dedi "Yooooooo, öyle değiiiiiiiiil!" Ulan bokum; evliymişsin, çocuğun bile varmış! Ne inkarı lan bu?! Kepçük ağızlı! Ah o ağızı yerim de... Neyse.

Sonra Emre beni eve bıraktı. Emre beni eve bıraktı. Emre... Gayet eve bırakıldım yani! Wuuhuuu! Şimdi de içim gide gide 40'tan bahsediyorum; kahrolayım ben! Gök beni affet!

Şimdi bar ismi düşüneyim ben. 4 ay sonra 40 ve 50 yine gelecek; o zaman Gök olmazsa... Ehm. Naber?!

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD


Hiç yorum yok: