29 Eyl 2022

Düşünüyorum Öyleyse Sıçtın

 Dalmış uzaklara düşünüyorum. Diyorum ki "Şimdi şuralarda bir yerdesin." Sonra birden aklıma geliyor, ya ben onu düşünürken o da tuvalette -evinde değil, başka bir yerin tuvaletinde belki de- işini görüyorsa? Sonra bir gülme alıyor beni. Bütün o hülyalı düşüncelerden sıyrılıp gerçeklikle yüzleşiyorum. 

Niye ben böyle şeyler düşünüyorum?

Bazen kaçıp gitmek istiyorum bu evden; bilhassa çocuğumun problem çıkarıp sinirlerimi zıplattığı zamanlarda. Gitsem nereye gideceğim ki?
Öyle zamanlarda kafamda hep bir hayal canlanıyor. Birinin yanına gitmişim, oturmuşuz karşı karşıya, susuyoruz. "Yahu!" diyorum, "Ne zor bir şey şu ebeveynlik. Ben çok yoruldum, biraz benimle susar mısın?" Tereddütsüz kabul ediyor. Kimi zaman ağlıyorum, sadece elimi tutup susuyor karşımdaki. Anlaşılmaya çok ihtiyacım var, insanların yorumlarına ise tahammülüm yok. O zamanlarda kimse bana kendi hayatından örneklerle gelmesin mesela. Kitaplarda okudukları beylik cümleleri kafamdan aşağı boca etmesinler. Kendi doğrularını bana dayatmaya çalışmasınlar. Çok sıkıldım çünkü her denememde aynı sonucu almaktan. Benimle susacak o kişiye ihtiyacım var ve o kim, bilmiyorum. Kafamda canlanan yüzden ise burada bahsetmek istemiyorum. 

Suçluluk duygusuyla başa çıkamaz oldum. Anne olduğumdan beri yanımda gölge gibi gezen bir duygu bu. O kadar ağır ki taşımaya ne gücüm ne de sabrım kaldı. Çok zor durumdayım ve bunu kimseyle paylaşamıyorum.

Bizim kurumdaki en enerjik insanmışım ben. Bir arkadaş söyledi. Demek ki dışarıdan görünen yüzüm pek şen şakrak. Peki ya içim? Belli ki kimsenin orayla işi yok. Keşke benim de olmasa...

Bulanık beynimin kusuntularını okudunuz. Geçmiş olsun, teşekkürler.

26 Eyl 2022

Aynı Kandan Olmayan Kardeş Olur Mu?

Geçen Can Can ile bu konuyu tartıştık. Yanımızda kurumumuzun yaşlılarından bir abimiz de vardı. Bu iki adam tutturmuş "Mümkün değil; aynı kandan olmayan kişi ailevi meselelerde senin yanında olamaz" diye. Hmm, pekala beyler.

Bu muhabbet nereden hortladı? İkinci çocuk mevzusundan elbette. İlk doğum yaptığım zamanlarda bir tane daha çocuğum olsun istiyordum, sene 2019. Çocuğa dair zorluklar yaşanmamış, ülkeden daha umut kesilmemiş, ekonomik gerçeklerle yüzleşilmemiş tatlı zamanlar... Şu an fikrimi sorana "Asla!" diyorum. Belki bu kadar kesin bir reddediş de yanlış ancak şu anki fikrim tam olarak bu. Ay olur muymuş öyle şey? Çocuğum yalnız mı kalsınmış? Bana bir şey olduktan sonra -Allah geçinden versinmiş- çocuğum ne yaparmış kardeşsiz? Ortaya koyduğum argüman şu oldu: "Ben kardeşimle hiç de öyle kardeşmişiz gibi sürekli görüşmüyorum. Ancak misal bir Hilal veya Meriko olunca mevzu işin rengi değişiyor. Onları kardeşimden çok merak ediyorum. Yokluklarını daha fazla hissediyorum." Oysa kardeşim 27 senelik kardeşimken Hilal 20 yıllık dostum, Meriko ise 6. Kendi kardeşimi sevmiyorum, merak etmiyorum demek değil bu; kişisel paylaşımsızlıklarımız sebepli bir ayrı düşmüşlük. Yoksa kızlar benim için neyse kardeşim de o. Ya da tam tersi, eheh.
Karşı argüman olarak sundukları şey ailesel mevzular oldu. Ne bileyim, ölümdür, mirasdır, doğumdur, hastalıktır vs. Düşündüm, evet, haklılık payları var. Sonra bugün Meriko ile konuşurken bir şey kafamı açtı: Meriko boşanma kararı aldığında en az onun kadar dertlenmiştik onun can dostları olarak. Oysa kardeşi Meriko'nun eşinden yana olmayı tercih edecek kadar empati yoksunuydu. Burada mevzu bir taraf tutmak değil asla. Eğer haklı yanı olsa Meriko'nun eşinden yana da olabilirdik. Dürüst ve şeffaf ilişkileri seven insanlarız biz. Haklının hakkını teslim edenlerdeniz. Zaten bu yüzden bu kadar sağlamız. Neyse, olay bu değildi; dağıldı.

Elbette kardeşin yeri ayrı, dostun yeri ayrı. Ancak insanın kendi seçtiği ailesi de bir aile bence ve evet, aynı kandan olmayan iki insan mis gibi de kardeş olur. 

Bugün Hilal'e embriyo yeğenim transfer edildi. Ben ağla ağla... Yani şimdi biz kardeş değil miyiz? Yav he he...

Can Can gidemeyecek sanırım. Bugün Tan Dede'ye de anlattın Can Can giderse neden çok üzüleceğimi. "Onu çok seviyorum Tan Dede ve o giderse her iddiasına varım, bizimle iletişimi de kopacak. Onunla her sohbetimden yeni ufuklar ile ayrılıyorum ve böyle bir arkadaşı kaybetmeyi hiç istemiyorum. Onun sayesinde az biraz kendime bir şeyler katmaya başlamıştım, onun itici gücü olmadan ben yine boşlarım bu işleri." falan dedim. "Haklısın, umarım gitmez o zaman" dedi. Sonra biraz dedikodusunu yaptık bizim çocuğun. Değişik biri. Ancak zaman zaman ardından bu kadar üzülmeme değecek biri olmadığı fikrine kapılıyorum. Evet, sohbeti mis. Evet, bana bir şeyler katıyor. Evet, eğleniyoruz. Ama gidişinden sonra beni arayıp sormayacağından emin olduğum birine niye bu kadar kıymet veriyorum ki? Tan Dede "Onun sağı solu belli olmaz, belki de o bizi özler, arar" dedi. Haklı. Okunması zor bir kitap bu Can Can.

MFÖ "Ele Güne Karşı" çalıyor şimdi. Seçilmiş bir şarkı değil, sırada bu varmış. Spotify'da rastgele bir liste açmıştım. Manidar oldu bu gitme muhabbetinin üzerine.

Mansplaining sendin aşkım. O değil de, biz bu bağı sarımsaklasak da mı saklasak? HÜZÜNÇLÜ.

18 Eyl 2022

Dur Gitme

Kurban'ın "Dur Gitme" şarkısını pek çok kişi duymamıştır bile. Benimse durduk yere kafamda çalmaya başladı, nedenli ancak nedensiz...

Yine iki binler Türkçe Rock'a düştüm. Sanırım benim güvenli limanım bu şarkılar. Tadım kaçınca sarıyorum hep. Bu ara ayrılık şarkıları çalıyor beynimde. Tüm şarkılar ben sanki, dönüp duruyorlar kafamın içinde.

Teker teker dallardan düşerken yapraklar, hayatımda da bazı ayrılıklar yaşanıyor, nedeni bu aslında. İlk olarak buradaki en yakın arkadaşımı Bursa'ya yolladım ani bir şekilde. Eksikliğini bu kadar hissedeceğimi biliyordum elbette, kendimi hazırladım sanıyordum ama becerememişim, öyle görünüyor. Ardından çalıştığım kurumdaki yakın bir arkadaşım daha gitti farklı bir kuruma. Dürüst olmak gerekirse onu pek dert etmedim. Belki çalıştığımız dönemdekinden çok daha fazla görüşürüz çünkü. Aynı şehirde olduğumuzu bilmek bile yetiyor doğrusu. Ondan bir gün sonra ise başka bir yakın arkadaşımın daha farklı bir kuruma geçeceği haberini aldım. Esas koyan bu haber oldu. Haber bekliyordu ama bir belirsizlik vardı, bir umut gitmez dediğim kişi de gidecek oldu. Dedim "EYVAH!" Oturup iki kelam edebildiğim herkes teker teker gidiyor ve ben öylece arkalarından el sallamak durumunda kalıyorum.

Diğer arkadaşlarımla görüşürüz bir şekilde de bu sonuncusunun gidişi onunla görüşmeyeceğimiz anlamına geliyor hem. Büyük koydu. Gol oldu. Tişkirler.

Pardon bayım, kitap, film ve dizi önerilerinizi de alıp gitmeye utanmıyor musunuz? Daha sosyoloji okumalarımı bitirip sizinle ölümüne tartışmadan bu gidiş neden? Nys. Düğününe geleceğiz ama.

Evet, günlük muhabbet ettiğim arkadaşlarım var ama bu bir başkaydı ya. Ufkumu açtığını hissettiğim bir o vardı. Tüh. Çok yazık oldu. Neden böyle oldu?
Yaptığı alıntılar dönüyor kafamda, durup kendime "Ya, aslında duruma nasıl da cuk oturan bir şey demişti o gün" ya da "Hadisin len oradan, ne anlar o, anlamaz, camız!" diyorum.
Onunla konuşmak beni hep rahatsız ediyordu. O, bunun iyi bir şey olduğunu söylüyordu. Kendisiyle konuşmaktan rahatsızlık duyduğumuz kişilerin bizleri geliştirdiğini savunurdu. Bu konuda ona hak vermemek elimde değil. Her konuşmamızda beynimde yeni bir kıvrım oluştuğunu hissediyordum.
Ben tembel bir insanım; "Hadi ulen, kendimi geliştireyim biraz" demeyecek kadar tembelim. Hem hoş sohbet, hem kişisel gelişim uçtu gitti ellerimden, Yanıyorum da ona yanıyorum.

Valla insanoğlu bencil. Çok bencilim :( 

Herkes gittiği yerde mutlu olsun; üç kaybım -güç kaybım?!- için bu saatten sonra dileyebileceğim tek şey bu. Üçünü de geri döndüremem, döndürmek de istemem zaten; bizim kurum cehennemin provası çünkü. Yaşanması gereken üzüntüler yaşanıp buraya da döküldüğüne göre bu meseleyi bir rafa kaldırabilirim bence.
Haydi aslanım, yolumuza bakalım! Sanki hiç derdin yokmuş gibi bir de bunları dert edemezsin. 
Yürrü.
Pki.

18 Tem 2022

Metalhead issues \m/

Sanırım hepimizin çift kişiliği var. Bir yanımız hayvan gibi isyankar, yakıp yıkıp bağırıyor; diğer yanımız toplum normlarına uyarak hayatına devam ediyor.

Mesela ben öğretmenim ama işten çıkınca, ya da sosyal çevremden ayrılınca arabada bağır çağır eşlik ettiğim şarkılar, etrafımdaki insanların çoğunun on saniyeden fazla tahammül edemeyeceği şeyler. Bir riff yüreğime dokunup gözlerimi doldursa bunu metalhead olmayan çoğu kişi anlayamaz sonra.

Adam şef lan, şef! Dümdüz şef. yemek falan yapıyor işte ama bir şarkı söylüyor; öf. Yani sizin bildiğiniz brutaller falan fıs. Adam ciğerlerini bırakacak mikrofonun dibine, öyle bir şey.

Nasıl özlemişsem böyle şeyler dinlemeyi, bugün bir kendime geldim. Bir de çok eskilerden bir arkadaşla onların grubun parlak dönemlerini konuştuk biraz, nostalji kafası işte... Mutlu oldum sanırım. O da emlak danışmanı mesela ama gitar ağlatır sahnede.

Başa dönebilir miyiz?
-çünkü dönebilsek keşke.

Leş bar gruplarının da canı cehenneme.
Teşekkürler.

\m/

22 Ara 2020

Helöw Biçiiiiiiiz!

 En son 2015 yılının hesap kesimini yapmışım.Tam beş sene sonra bambaşka bir insan olarak selamlıyorum seni sevgili okurcuğum. (Hoha! Kim kaldı ki buralara uğrayan ayol?)

En son nikah hazırlıkları falan vardı. Doğubayazıt'ta mini bir törenle adımın yanına yeni bir soy isim, evime ise bakacak bir bebek aldım. Tabi o zamanlar bu adamın benim çocuğum kıvamına geleceğini asla düşünmezdim. Evet, çoğu erkek büyümüyor; evin en küçüğü ise aslaaaaa büyümüyor. Yapacak bir şey yok, üç çocuklu bir anneyim ben. Hahoha!

Şubat başında DB'den ayrılıp memlekete  döndüm. Tayin işleri falan işte. Sonra başlasın düğün hazırlıkları! Senelerce "Asla düğün yapmam; minik bir nikah, ardından arkadaşlarla içmeli sıçmalı kutlama, bayrak töreni, kapanış."diyen ben kendimi anlı şanlı (Alişanlı?!) bir düğün planlarken buldum. Peki ne mi oldu? OnBeşTemmuzDebokrasiVeHedeHödö! Bildiğin düğünden bir hafta önce darbe (?) oldu ve mekan değiştirmek zorunda kaldık. Benim kokteylli havuz başı kır düğünü bir anda hoooop, salon düğününe döndü. Asansörle giriş yapmalı falan hem de! Hayatımın kazığı resmen! Ahadsjhsufhsf! Hatırladıkça bir garip oluyorum. Ama düğünde o ne eğlenmek? O nasıl bir pembik geline dönüşmek... Gelinlerin tatlı telaşı bendim aşkım. Keyifli, sekssiz bir düğün gecesi...

İlk yıl kavgalar senesiydi. Ota boka kavga ettiğimiz minik bir cehennem provası. Ancak biliyorum ki hepsi borçlar yüzündendi. Borçlar dediysek düğün ve eşya borçları değil; EşimBey'in KYK borcu yüzünden. Evet, üniversite hayatı boyunca kimleeeer kimlerle ezdiği paraları faiziyle birlikte biz ödedik. Ben ödedim?! Buuuu, Nazlı ile içtiğiniz kahvenin parasııııııı! Buuuuuu, aldığın prezervatiflerin parasııııı! Buuuu, Ebru ile gittiğiniz sinemanın parasııı! Şimdi düşünüyorum da komik geliyor. Yaşarken çok ağırdı yalnız.

İkinci yıl güneş yerinde, her şey yolunda takılırken en yakın arkadaşımla arama set çekti adam. Kendince haklıydı, bence haksızdı ancak böylesi iyi oldu. Farkına varamadığım birçok şeyin farkına varma ve huzur ile sonuçlanan bir yolculuk işte... Bu olay bizi oldukça sarstı ama yıkılmadık. Ayakta da değildik... 

Üçüncü yıl... HAMİLE KALDIM!

Dördüncü yılda da işte doğum, bebek büyütmeç falan...

Hep hayalini kurduğum bir şey yapıp kedi sahiplendik. Evimi istediğim gibi döşedim. Araba sahibi oldum. Sonra da bir ev aldık.

Standart bir evlilikten beklenebilecek her şeyi yaptık. Pişman değil, mutluyum sanırım. Delikanlı çağlarımın sonuna gelmiş olduğumu kabullendim artık. Yaptığım çoğu salaklığa gülüyorum şimdi. Sosyal çevrem tamamen değişti-bir sabit ile (H) Memnun olmadığım tek şey iseeeeeeeeee MÜDÜRÜM. Evet, müdürlerden yana şanssız bir insanım. Ama ne derler bilirsin; "İşte sıkılan evde şımarır"
(kaynak: gödüm)

Of be çok şey olmuş. Arada yazarım artık. EşimBey'in uyuyup beni yalnız bıraktığı zamanlar mesela. Yani haftanın altı günü falan. 

Tenks for riğding.

7 Ara 2015

2015 Yılı Hesap Kesimi

Her sene aralık ayında kendimle bir hesaplaşıyorum. Geride bırakmak üzere olduğum yılın iyisini kötüsünü masaya yatırıp, önümdeki yıl için güzel dileklerde bulunuyorum. Bu sene de geleneği bozmayacağım.

Aralığın son haftasında yapmaya alışık olduğum hesaplaşmama bu sene erken başladım. Aralık ayının başlamasıyla benim de hesaplaşmalarım başlamış oldu. Zaten ay sonuna bırakamam ben bu işi, çok yoğun olacağım bir dönem geliyor zira. Bu ay sonunda nikahım var da…

2015 yılına bu lanet coğrafyada bir psikopatın göz hapsinde girmiştim. Ev arkadaşım, arkadaşını ziyarete, Sarıkamış’a gidince ben de soluğu o zamanki erkek arkadaşımın evinde almış, kabus gibi bir yılbaşı geçirmiştim. Edilen o büyük kavgadan sonra kendimi onun odasına kilitleyip saatlerce ağlamıştım. Hayır, adamın silahı var ve psikopat. Şükür ki bir kadın cinayetinin kurbanı olmadım o gece.
O geceyi takip eden süreç de oldukça sancılıydı. Ayrılmaya bir türlü ikna edemediğim psikopat, nihayet beni terk etmişti; ama tacizlerine de durmadan devam ediyordu. Bir süre bu böyle devam etti. Sonra geçti.
Bu arada en köklü arkadaşlarımdan biri, EDD, bana veda etti -ki psikopatla aramızdaki en büyük problem de oydu. Ben hep EDD’nin arkasındaydım; ama nedense psikopat gitti, EDD de gitti.
Mart ayını oldum olası sevmişimdir. Bir yenilenme, bir aydınlanma, ne bileyim, bir güzelleşme ayı gibi gelir bana hep.
…ve mart ayının başında hayatımı alt üst edecek olan o küçümenle tanıştım.
Çok aşık oldum o bahar. Sonra işimden bıktım. Aşık olduğum küçümenin de etkisiyle onun çalıştığı şirkete başvurdum ve nisanın sonunda görüşmeye çağrıldım. İşi bırakmayı ciddi ciddi kafama koyduğum zamanlardı. Öğretmenlik böyle aslında biraz; sene sonuna doğru bir sıkılma başlar ve ben her sene “Mesleğimi mi değiştirsem?!” sorusunu evirip çevirip yeniden yanıtlamaya çalışırım. Her neyse, nisanda gittim İstanbul’a. Önce mülakata girdim, ardından küçümenimle ilk defa bir araya geldim. Aslında içimde yanan alevler durulmuştu, ona ayrılan aşkın sonuna gelmiştik o an; ama bir öpücüğüyle önce beni, sonra devrelerimi yaktı.
İşte tam da o gün Fatihim girdi hayatıma. Küçümen sayesinde.
Mayıs ortasında, iş görüşmesi için gittiğim yerden olumsuz dönüş yaptılar. O kadar mükemmel geçen mülakatların üzerine bu olumsuz cevap bende soğuk duş etkisi yaptı. O da yetmezmiş gibi durumla en ilgili gibi görünen arkadaşım, yaşadığım bu şoku atlatmamda belki biraz yardımı olur diye kendisini aradığımda saçma bir bahaneyle benimle konuşmayı reddetti. Ben de hayatımın sonuna kadar onu reddettim, güzel bir veda metniyle kendisine veda ettim. Ardından her gece içmeye başladım; tatil gelene kadar! Derken tatil geldi ve Ankara’ya döndüm. İşim gereği iki hafta oraya çakılı kalmış olsam da, işim biter bitmez İstanbul’a, küçümenimin yanına gittim.
En çok pişmanlık yaşadığım ay olarak önce ocak, sonra temmuz yazılabilir sayfalara.
En yakın arkadaşımı gözüm görmüyordu, tek derdim o ufaklığın yanında olmaktı. Yanında, yamacında tam bir hafta!.. Bir hafta boyunca sevgili gibi yaşadık.Bu sürecin sonunda ondan ayrılmak dünyanın en zor şeyi gibi geliyordu bana; döndüm Ankara’ya. Dönüşümün ardından adeta bir şeytana dönüştüm. Sürekli küçümenin sosyal medya hesaplarını deşiyordum. Artık insanlıktan çıkmıştım; kimseyle iletişim kurmuyor, sadece telefonumla ilgileniyordum. Zira küçümene pek güvenmiyordum. Güvenmemekte haklıymışım; temmuz başında “Beni bekle!” diyen adam, ağustos başında sevgilisinin bana yolladığı mail üzerine “Lütfen sadece arkadaşça vakit geçirdiğimizi söyle; bir dost olarak bana bu iyiliği yap.” diye yalvarır olmuştu.
İnsanlıktan çıktığım bu bir aylık süreçte Fatihim ile diyalog kurmaya başladım. Beni buna iten şey ise defalarca, sabah kafamda çalan şarkının, akşamında Fatih’in sosyal medya hesabında paylaştığına tanık olmamdı. Derken tatlı bir muhabbetin içinde buldum kendimi.
Temmuz bitmişti ve yazın en sinir ayına girmiştik. Rotamı Akdeniz’in güzel ili Antalya’ya çevirmiştim. Dünya üzerinde yaşayan en tatlı çiftlerden birinin düğünü sebebiyle bulunduğum Antalya, bana çok güzel bir insanı da getirmişti. Düğünden çıkıp apar topar düğün makyajjım ve topuzumla yetiştiğim Ankara otobüsünde yanımda oturacakken bir anda plan değişikliği nedeniyle yanımı boş bırakan o kişi, yol boyunca telefonda yanımdaydı. Sohbetinden çok keyif aldığım bu adam kafamı karıştırıyordu ve şaka yollu da olsa birkaç defa “Evlenelim” demişti. Başlarda ciddiye almıyor olsam da, sonradan bu fikre kendimi alıştırmaya başladığımı gördüm ve aslında belki bu yılın en büyük kazığını bu adama attım. Fatih ile tanıştıktan sonra o kıymetli adamın pabucunu dama attım. Belki de böylesi çok daha tatlı oldu, güzel bir dost edindim ve bu dostluğumuza tatlı bir şekilde devam ediyoruz.
Antalya’daki düğünde bana “Evli misin?” diye sorduklarında “Besbekarım!” diye verdiğim cevaplar tam iki hafta sonra mazide kalacak; gülümseyerek hatırlayacağım birer anı olarak hafızamda yerlerini alacaklardı. 
Ankara’ya dönünce Fatih ile buluşmak için sözleştik; ölümüne gergindim; buluştuk.
İkinci buluşmamız ardından birbirimizin hayatına dahil olduk.
İlk defa biri dudaklarımdan önce saçlarımı öptü, saatlerce sadece sarıldı, bedenimden önce ruhumu sevdi, bedenimden önce ruhumu tanıdı.
Sonraki süreç biraz hızlı; “Evlenelim” dedik, ailemle tanıştı, ailesiyle tanıştım ve ben onun ailesiyle tanıştıktan iki gün sonra nişanlandık. Nişanın ertesi günü ise ben buraya döndüm -yeniden.
Dönüşlerim hep heyecan verici olmuştur, bu defa hüzünlüydüm.
Ev arkadaşımın da bir sevgilisi vardı artık ve evde eskisi kadar sık birlikte vakit geçiremez olduk. Sonra ev işlerini savsaklamaya başladık. Bilmiyorum, belki de eskisi kadar iyi değildik, değiliz. İşte yaşadığım bin bir sorun, yüzlerce cehaleti yücelten insanla uğraşma tasası bir de evdeki tatsız durum beni buralardan daha bir soğuttu.
Şimdi önümde bir nikah var. Bir psikopatın göz hapsinde girdiğim yılı, sevdiğim adamın eşi olarak kapatacağım. Büyük bir sorumluluğun altına girdim, bakalım 2016 bana neler gösterecek. Bu yıl yeni yıla daha umutlu gireceğimi düşünüyorum. Çünkü yeni bir başlangıç var önümde. Biz aile oluyoruz.
2015′teki kötülerden biri hariç hepsini affettim ve unuttum. Öyle sanıyorum ki, o sona kalanın acı çektiğini görünce içim soğuyacak ve onu da affedip unutacağım. Çünkü o, benim insanlara güvenimi, hayata olan inancımı, umudumu öldürdü. Peki bu beni kötü yapar mı? Korkarım yapar. Zira aynı kişi, bana hayatımın hediyesini de getirdi. Fatihimi…
Kimsenin kötü olmasını dilemediğim bir yıl olsun 2016. Herkesin mutlu olduğu, bereketli, eğlenceli, sağlıklı, huzurlu bir yıl olsun.
İçimi döktüğüme göre arrivederci.

23 Ara 2014

O Adam'a Güzelleme

Bir seneden fazla zamandır hayatımda olmayan O Adam'a şiir yazmışım. Hatırlıyorum, geceydi, çok aşıktım ona. 22 Temmuz 2013 tarihli şiirim bugün çıkıverdi karşıma. Niyeti bana adamı hatırlatmak değil, bilirim. Sadece o zamanlar yaşamış olduğum güzel hislerim anısına sırtımı dönemezdim o şiire.

İSİMSİZ KELİMELER
Bir bebeğin söylediği ilk kelimenin bir adı olmalı
İçinde mutluluk olan.
Bir aşığın gözlerindeki parıltının bir adı olmalı
İçinde saflık olan.
Güzel bir hayalin yüreğinde yarattığı kıpırtının bir adı olmalı
İçinde umut olan.
Sevişirken hissettiğin ürpertinin bir adı olmalı
İçinde tutku olan.
Seni düşündüğümde mideme saplanan tatlı ağrının bir adı olmalı
İçinde sen olan.
Beni düşündüğünde kalbine musallat olan tatlı ağrının bir adı olmalı
İçinde ben olan.

8 Mar 2014

GÜÇLÜ KADINLARA ÇAĞRI!

Sustuk, susturulduk! Üzerimize suçlar atıldı, belalar yağdırıldı başımızdan aşağı. Güçlü durduk. Bizim gücümüzü gördükçe küplere bindiler, kaldıramadılar güçlü olmamızı. Emek verdik; sokağımıza, evimize, sevdiğimize, yavrumuza, vatana, millete... Emek verdiklerimiz tarafından sokulduk sonra yerin dibine. Yine kalktık ayağa, bitmez bu kavga!

BIRAK EVİ BOK GÖTÜRSÜN KADIN! SEN ÇIK SOKAĞA!

7 May 2013

Çenemde Sivilce Çıktı Anne!


"Ben ne insandım bee!" dedim sonra. Bir gün "NE İNSAN" olduğumu hatırladım ve.

Yıllar önce tanıdım onu. Hayat doluydum, neşeliydim, cıvıl cıvıl bir insandım, kendi halinde. Unicornların gerçek olduğuna inanan kocaman kalbim, ejderhalarla dans eden ruhum ve içimdeki çocuk öldü aniden. Dünya birden tüm renklerini yitirdi. Yağmur bulutları üzerimizde gezdi hep ve ıslandık; günler, haftalar, aylarca... Kimi zaman açtı güneş, şimşekler dans ederken tepemizde; bazen de bir şarkı duyup durup düşündük: Sevgi ne engin şey!
Gitti unicornlar renklerle birlikte. Sonra ejderhalar terk etti bir bir. Ardından bir çocuk cinayeti işlendi en derinde! Hayat bir karabasan oldu, çöktü üzerimize, üzdü. Çok üzdü hem! İkimizi...

Bir görülmüş rüya satıcısı ile tanıştım umutsuzluğumun dibindeyken. Vaat ettiği şeyler karşı konulmazdı! Önce "Unicornlarını veririm sana yeniden!" dedi, sonra ekledi: "Çiçeklerin rengini, baharın kokusunu, çocukların cıvıltısını bir bir işlerim ruhuna; üflerim ruhumdan sana bir parça!"

Bazı inanışlara göre dünya yedi günde yaratılmıştır. Bahsi geçen tanrı o işi bir günde bile halleder ya; neyse... Ama dünyanın yedi günde yaratılabileceğini gördüm; ben dünyamı tam yedi günde kurdum! Moruna kadar hem... 


Kimse farklı olduğu için suçlanamaz ya; ben de suçlamıyorum artık. Kuşlar özgür, dünya yerinde, insanlar hala koyun olsa bile, ayran da içsek mezenin yanında iyi bir şeyler oluyor bir yerlerde.

O da özgür; istediği gibi, istediği kadar... Bir de hep kıymetli kalacak.

24 Nis 2013

Acı Acı Sövdüm Sonra

İlhamımı kedi yedi. Ödevimi yapamadım öğretmenim...

Bu derste başarısız olacağım doğduğum gün belliydi bence. Benden bir yol olmayacağını bilen tanrılar, benimle eğlenmek için beni yer yüzüne yolladıklarında bu kadar acı çekeceğimi tasavvur edemediler. Şimdi dilerim pişmandırlar ve bu adaletsiz durumu ortadan kaldırmak adına beni uzun bir toplantıya çağırırlar.

En kritik 48 saati atlatmak üzereyim.
 Hayat devam etti; o ya da bu şekilde. Hayat bana devam etti; ancak ölen insanlar vardı. Annesinin kucağında ölen bir bebekten, terk edildiği sokakta yapayalnız ölen yaşlı bir yabancıya kadar ölen sayısız insan ve benim devam eden hayatım...
Yaşamak... İlginç, ha?

Başımın ağrısının nedenini şimdi anlıyorum. Kafamı meşgul etmek adına o kadar boş şeylerle uğraşıyor, o kadar boş şeyler düşünüyorum ki; mavi ekran vermek beynimin en doğal hakkı.

Zorla sevemem ben gibi geliyor bana... Bu ilgi fazla.
"Yürü be!" diyor bir ses içimden... "Yürü ona!.."
Bu gazla aya uçarak çıkabilecek insanlar tanıyorum. Bir de pipicanı ile düşünenler...
Midem mi bulanıyor bugün? İngiliz Edebiyatını gözlerinden öperim.

5 Eyl 2012

Kayıp Yazı

Bir türlü kafamdan atamadığım, özlemini duyduğum biriydi... Nasıl bir çekimdi ki bu, hiç olmadığım kadar çaresiz hissettirmişti bana? Bilmiyor, sadece özlüyorum...

17 Haziran, pek net hatırlarım bu tarihi. Her şey değil belki; ama çok şey oldu o gün. Bedenim bir tanrıya emanet, ruhum hiç olmadığı kadar özgür!.. Tanrı saygısız ama! Tanrı kötü! Hangi tanrı iyi ki bizim Onur dışında kalan? Hiçbiri! Neyse...
Çünkü aynı gün, iki sene önce 17 Haziran'da aldığım kitabı okumaya başlamıştım.
Hiçbir şey anlayamamıştım okuduklarımdan. Bakliyat çuvalı varken karşımda, sadece ellerim karıncalanıyordu çünkü.
A-5-21
Bir anlamı olmayan belki; ama pek anlamlı...
İntihardı o gece, ruhumun intiharı!.. Sevgimin, sadakatimin intiharı!
İntikamdı o gece, ruhumun intikamı!.. Sevgimin, sadakatimin intikamı!
A-5-21
"Mutluluklar diliyorum sana, onunla."
"Başarılar İstanbul'da."

Ben asansöre yalnız binmeyi sevmem hiç, korkarım; ama gerginsem asansör taşımacılığı iyidir.
Çok sıcaktı, ciddi çok.
Bir korku içimde, "Ya buralardaysa ve görürse?" Pencerede bile değildi oysa o fırça saçlı.
Fırça saçlı ama güzel dudaklı...
Severdi uzun, sarı saçlıyı.
Bana sarı saç hiç yakışmaz ki hem!

Vedam sessizdi, sakindi; aramalarım sonuçsuz, beyhude...
Birden oradaydı; siyah-beyaz.
Benden başka kimse seni o halde tanıyamaz.

Sorular beynimde.
Sorular defterimde.
Sorular kalbimde.
Göz yaşlarımda.
Kadınlığımda.

Ya?
...ve ons'un ölçü birimi olmadığı zamanlar da vardır.

4 Ağu 2012

Uçuyoruz Negzel KAMİKAZE!

Tam on sekiz gün sonra işi bırakıyorum. Bu defa kesin. Hem patrona bile söyledim. Kuru bir "Yolun açık olsun." benim oraya verdiğim emeğin karşılığı olmasa da; yetmişten fazla çocuğun hayatına dokundum, yirmiden fazlasının canı oldum, bir tanesi benim oldu; doydum sevgiye, doldum sevgiyle.

Akasya Durağı'nın hâlâ devam ediyor olması ve Türkiye'nin en çok satan gazetesinin Posta olması güzel yurdumun insanlarının zeka seviyesi ortalamasını alenen ortaya koyuyor bence. Böyle bir ülkeden beklentilerimizi yüksek tutmamız da tam bir hayalperestlik. Yine de bir laf vardır: "Dinime küfreden müslüman olsa!" diye... Dört dörtlük değilim, kusurlarım var. Tek dileğim o küçümsediğim insanların gün gelip beni küçümseyebilecek seviyeye gelmesi. Vaaay. İyi laf ettim. Kıps.

Sonra bana sordular; "Siz olsanız..." diye başlayan bir soruydu. "HAYIR!" dedim, "Net..." dediler. İyi mi yaptım? Vicdanım rahat. Başka bir deyişle: Şuuuut ve goooooooooool!

Bir de tatil planlarım falan var. Malum, işi bırakacağım ya; bir aylık paramı nereye gömsem diye düşünmelerdeyim. Gök'ün bir motor işi var; eğer o tarihe kadar iyi bir motor alabilirse orayı burayı gezeeee gezeeee güzel bir tatil yapıp güzel Ankara'ma dönmeyi düşünüyoruz. Hah, bir de İstanbul-Yalova-Gemlik planım var. Bu plana Gök fazla dahil olamayacak; ama olsun, biraz ayrılığın yaradığını geçen ay öğrenmiş olduk.

Televizyon izlemeyen bünyeme bir televizyon dizisi virüs misali bulaştı: İşler Güçler.

Öyle işte, eğleniyoruz şahane.

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD


22 Tem 2012

Nasılolduysaolduve.

altıtemmuzikibinoniki
“Çükmek” enteresan bir deyiş. Ölesiye gülüyorum bu kelimeye; kahrol düşman!
 Bazılarının çenesinde gamze oluyor, severim öyle şeyleri. Kalp atışlarım hızlanıyor sonra, nefes alış-verişi kulaklarımda, sonra bir uğultu; sağır oluyorum.

İyi de ben bu kafadayken nasıl olsun da oluşsun sinerji?

Şimdi, demem o ki; iki farklı kafa var her gün yaşanan. Alkol/Sigara öncesi - Alkol/Sigara sonrası. Şimdi bir bira iyi gitmez mi lütfen?
Dün Gök’e “Alkolik bir sevgilin var, çok acayip!” dedim, çünkü o içmiyor benim gibi. Sevmiyor. Kolayı biraya tercih ediyor, var böyle insanlar. Hadi şarabı tercih etse anlayacağım da; kola!

Eskişehir’e yolun düşerse getir piyanonu yabancı. İçimizden birisin sen! Ve eminim seni çok seviyorum. Ve yine eminim bu ateşi yakmanın bir yolu var. Ne ben girerim o yola, ne sen… Akıllı insanlarız biz.

Evin güzel evin… Tunalı’dan aşağı, saldım saçlarımı, rüzgardaki anne şefkati, sabahın serinliği… Bir ben varım sokakta, bir de başkaları. Yerlerde koleksiyonumun parçaları ve mutluluk hissi, taşan ceplerimden.

*Başadönebilirmiyiz? 

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD


28 Nis 2012

İçeride Tanıdıklarım Var!

Dört duvar arasında geçen bir hayat... 

Geçenlerde Ahmet elime bir adres tutuşturup "Bu adama yazsana!" demişti. Yazdım. Bugün de cevabını aldım. Ne ince bir ruhun insanısın sen arkadaşım! Ne kadar güzel bir adamsın! Belki yaşın nedeniyledir, bilemem. Belki yaşadıklarından öğrendiğin bir şey vardır, ondandır...

Cumartesi cumartesi, tatil günümde annem yine atarlandı "Hiç de yardım etmiyorsun bana! Ben bu evde yalnız mı yaşıyorum?!" diye... Bu evde en boş gezenin boş kalfasına değil de bana böyle bir sitem etmiş olması ne kadar can sıkıcı da olsa, aldırmadım, gittim odama. Öyle, takılırken kardeşim getirdi mektubu. "Bu ne ya?! Bir mahkumdan mı geldi bu?!" diyerek... Evet, bir mahkumla yazışmaya başlamıştım. Hem de büyük bir hevesle! Zor günler yaşıyordum; hem buradaki paylaşımdan çok daha samimi, çok daha içten olacaktı. Yazdım. Bolca saçmaladım. Nasıl bir insana yazdığımı da bilmiyordum zaten. Yaşını, neden içeride olduğunu, nereli olduğunu, ne iş yaptığını, ne kadar zamandır orada olduğunu...  Tek bildiğim yaşadığı yer ve ismiydi. Yazdım.

Şimdi vakit cevap yazma vaktidir. Önce sindirmeli ama mektubu. Bir de bugün cumartesi... Sevgilim nerede?

İş... Bırakmadım. Bırakamadım. Antidepresana başladım ama. Böyle de bir gelişme oldu hayatımda. Ne şahane! Ruhum hasta, ruhum meleba.

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD

13 Nis 2012

İş Güç Ve Siber Ev Kızı EDD

Merhaba güzel internetin güzel insanları ve kısa boylu, çirkin, bekar, zengin erkekler!

Ağzımın çatısına sıçan o işe girdiğimden beri yaratıcılık namına bünyemde bir şey kalmadığını fark ettim. Halbuki dört yaşındaki bebişlerle çalışıyorum ve onlarda inanılmaz bir hayal gücü, inanılmaz bir yaratıcılık var. Belki bana bulaşır diye her gün hepsini tek tek öpüyor, yanaklarını falan ısırıyorum, içime sokarcasına sarılıyorum; ama yok... Pek işe yaradığı söylenemez.

Burnu havada biri olduğum söylenemez, aksine oldukça da alçak gönüllüyümdür aslında. İş yerimdeki temizlikçi kadınlar ve aşçı ile muhabbet etmekten zerre çekince duymam mesela; eğer bu alçak gönüllülüğümü kanıtlayabilecek bir şeyse. Ancak mevzu lise mezunu müdürüme gelince... Gücüme gidiyor dört senelik fakülteyi bitirmiş biri olarak onun aşağılamalarına maruz kalmak. Bir yalanlar, bir entrikalar dönüyor ki göt kadar kreşte aklın hayalin durur! "Yeter artık!" diyor ve istifamı veriyorum sevgili okur.

Bu demek oluyor ki, bir senemi öyle güzel bir şekilde çöpe attım ki, şikayetlenmeye bile hakkım yok. Akılsız başımın cezasını ruh sağlığım, boğazım ve sinüslerim çekti bu defa.

Şu an evde dinleniyorum; çünkü 3 hafta içinde 3. defa yataklara düşecek kadar hasta oldum. Bu duruma inanmayacak olan kurucu müdürüm ise bir günlük paramı maaşımdan hunharca kesecek "ÂDİLİYET" adı altında. Bu da bir tecrübe, bir ders tabi bana hayattan hediye. Ancak ne saçma ölesiye cahil bir kadının kendi adalet sistemini ülkemin -aslında hiç de adil olmayan- adalet sisteminden üstün görmesi.


Burada dert yanmamaya kararlıydım; ama sıkıntılar da hayatın içinden. 


Önümüzdeki beş parasız ve mutlu günlerime kadeh kaldıralım bir gece; işsizliğime içelim bu defa! Bir de canım çocuklarıma, öğretmen arkadaşlarıma, Menşur ve Satı'ya!..

Pepee, çok üzülüyor.

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD




10 Mar 2012

Everyday I'm Tumblring!

Selamlar, sevgiler, hürmetler efenim... Afiyettesiniz inşallah.

Yahu, şu Tumblr çıktı çıkalı elim ayağım oldu kendisi. Buraya yazmadığım çoğu şeyi orada bulabilirsin; süper depresif hallerim, korkunç tespitlerim ve sapkın düşüncelerimle okurlarımı selamlamadığım bir gün bile yok sanırım. Bu nedenle Tumblr hesabımdan haberdar olmayan yazık günah kişileri için bu postu hazırlama kararı aldım; yazılarımdan minik bir potpuri için pörtlesin gözler!


---
Her pazartesi yeni bir diyete başlayıp, akşamında bırakan şişko kadınlar gibiydik!
Hiçbir kararımızın arkasında tam duramadık.
Hep sevdiğimizden oldu.
---
İnsanların hayatım hakkında ahkam kesmesinden nefret ediyorum.
“Amaaaan, ne düşünüyorsun; oluruna bırak! Düşününce bişe olmuyor!”
Geri zekalı arkadaşım… Düşünülecek bir mevzu var ki düşünüyorum. Düşünmek bir şeyi değiştirmeyecek diye bir şey yok; çünkü hayatımın kararını vermek üzereyim.
---
once upon a time…
Fareli Köy’ün kavalcısıydım.
Fareleri suya dökünce işsiz kaldım.
Şu an Bremen’de mızıkacılık yapıyorum.
İşimden memnunum.
---
Kan bağım olan insanlarla fazla ten temasında bulunmuyorum; ancak çok sevdiğim ve kan bağım olmayan insanlara sürekli bir dokunma isteği, sürekli bir temas hali…
Sanırım o insanlarla aramda eksik olan kan bağını bu şekilde telafi etmeye çalışıyorum.
---
Sevgilim erkek güzeli; ama çok çirkin.
Ay, kafam karıştı!
---
Ankara’da toplu taşımada kullanılan bazı otobüslerde “yan koltuk” diye adlandırabileceğim bir hede var ve bu koltuk tam da adamların pipi hizasına denk geliyor. Hayır, ben -deyimi yerindeyse- “azgın” bir kadın da değilim; ama ister istemez adamların penis boyunu falan düşünürken buluyorum kendimi oralarda otururken.
---

Haremime yeni bir gözde eklediğim bu nadide nöbet gününde Ataberk bebesini koklayamamanın acısı içimde. Yine de Bolu, aile işleri falan ciddi geriyor beni; ya da benim adamın mallığı, düşüncesizliği, soğukluğu falan. I fucked myself and I liked it.

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD

26 Şub 2012

Kozmos "Çalışma!" Diyor...

Merhaba kadınlar! Merhaba erkekler! Merhaba beni okuyan insanlar! Merhaba tatlım, nasılsın?

Yahu, bu sene Sevgililer Günü'nde çok ilginç bir şey oldu ve hayatımda ilk defa hiç tanımadığım birinden, bir kadından enfes bir hediye aldım. Bir iş teklifi... Görüşmeye gittim. Öyle olumlu bir görüşmeydi ki; eğer kabul edersem, diğer görüşmeleri iptal etmek istediklerini söylediler. Biraz zaman istedim...

İki haftadır bir kreşte, dört yaş grubuyla çalışıyorum. Selam, ben "anne" oldum!

Yahu, iki haftadır hafta sonunu dört gözle bekliyorum; zira sadece hafta sonum boş. İki haftadır hastalıktan kırılarak yatıyorum! Sevgiliyle bile görüşemez oldum! Bu Kozmos'tan bir işaret değildir umarım. Çünkü bu defa kararlıyım, çalışacağım.

Yaşım ilerledikçe hayatımı daha adam akıllı planlama çabası içine girdim. Spontane yaşamak gibi bir lükse sahip olmadığımı düşünüyorum. Bu da beni gün geçtikçe köreltiyor... Defterime bile yazamaz oldum. Yazık bana!

Zamane reklamları bir acayip. Ya da ben bir acayibim. Bilemiyorum. Reklamlarda oynayan bazı adamlardan hoşlanıyorum, sonra bir konuşuyorlar, koşarak televizyondan uzaklaşıyorum! Herkesin sesi, konuşması bir Jack Davenport gibi olmuyor, olamıyor işte! Bu arada Jack demişken, SMASH pek şukela, pek harika.

Bel ağrısından ölürken ben, veda vakti geldi Pepee'nin! Pepee, Pepee;  çok ağlıyor!

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD

14 Şub 2012

Yahu, Ne Yaptım Ben Hocut?!

"Kanka" kelimesini aktif olarak kullananlar! Adele dinleyip depresyona giren yalnızlar! Gece acıkıp ekmeğe dadandıktan sonra büyük pişmanlık duyanlar! Efemine adamlardan hoşlanmayıp, maskülen kadınlara bayılanlar...
Hepinize selam olsun!

An itibariyle "Sevgililer Günü" olarak anılan 14 Şubat'a iki dakika kalmışken ben blog yazıp eğlenmenin derdindeyim. Yazıklar olsun bana! Yok yahu, şaka yapıyorum. Neden yazık olacakmış? Yazıklar olacakmış?

Dün sevgiliyle alışverişe gittik. Benim adam bir acayip yemin ederim. Nerede küçük bir velet görse, sevgiyle ve heyecanla "Şu sıpaya bak yiaa!" diyor. Yemin ederim korkar oldum bana "Senden çocuğum olsun istiyorum!" diye gelecek diye.-iki "DİYE" de pek şahane oldu hakikaten.- Ben bile bu denli şefkatli yaklaşmıyorum küçük veletlere... Hatta bizimkinin iş arkadaşının bebeği olmuş, onu tebrik etmeye gideceklermiş, "İstersen sen de gel." dedi, bir ürperdim! "Ya, gelirim gelmesine de ben korkarım, biliyorsun..." diyebildim. Zira yeni doğmuş bebekten daha korkunç bir şey varsa, o da Jigsaw'un bir oyununun öznesi olmaktır muhtemelen. Öyle korkarım yeni doğanlardan.

Pek çoğunuz gibi, ben de iki yüz yıl gördüm. Düşüncesi bile bir garip bence.

Bu arada çok acayip bir şey yaptım, Facebook hesabımı kapattım. Kuşlar gibi özgür, hamur gibi kulak memesi kıvamındayım resmen! Bundan böyle Tumblr, Twitter ve Blogger hesaplarımda aktif olarak boy gösterecek, paso kafa ütüleyeceğim.

Kumral saçlarımdan ben sorumluyum, turuncu değilim artık. Mükemmelim.

Eğer oralarda beni özleyen, adımı anan, "Yahu bir kız vardı, Facebook'ta bulamıyorum, bloguna bir bakayım nerelerde?!" diyerek buraya uğrayan biri varsa bilsin ki ben onu bağrıma basarım, çok severim. Bir de an itibariyle "Sevgililer Günü"nün içindeyiz. İnsanların bir şeyleri hatırlamak için böyle günlere ihtiyaç duymadığı günlerin geleceğine inancım, umudum hâlâ var. Sahtekarlık yapmayalım artık. Lütfen bebeyim. Sevişmeden uyuduğumuz nice günlere...

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD

3 Şub 2012

Çok Dikkat Çekici Başlık

Hz. Google'a "Güntaç Özdemir" yazarak bloguma uğrayanlar!.. Bir aydır yolumu gözleyen sadık takipçilerim! Gitar klavyesini balta sapı gibi tutup kameralara poz veren dübürzadeler!.. 
Hepinize MELABA! 

Şu an Pago Pago'da saatler 12:20'yi gösterirken, orada cuma namazına hazırlanan müslüman kardeşlerime selam olsun! Onur'un selamı üzerinizde olsun! Kandiliniz simitli, gününüz kar yağışsız olsun!


Uygun zaman ve zemin oluşmadıkça yazmamaya özen gösteriyorum. Kafa ütülemek için değil; keyiflenmek, keyiflendirmek için yazıyorum da... Tabi buradan çıkan sonuç, son bir ayımın hiç de aydınlık geçmediği... Doğrudur. Bir ay içinde yaşadığım hadiseleri anlatmaya kalksam, kurduğum cümlelerden, buradan Pago Pago'ya yol olur!

Fransa ile aramızdaki ilişkiler gerilmişken benim Fransızca konuşan adamların içine düşmem, toplum tarafından hoş karşılanmasa gerek. Mahalle baskısı nedeniyle Fransızca konuşan adamlara asılamamak ne acı! -"Asılmak" da ne kötü, ne çirkin bir tabir!-
Peki kuzenimin bilmemkaç aylık bebeklerinin fotoğraflarına sevgi dolu bakışlarla bakmam ve "Ayyyy! Ne tatlııııı! Yeriiiiiiim!" gibi yorumlar yapmama kaç puan?! Hepsi PMS yüzünden! Kadınlık hormonlarım şelale bu ara; kendimden nefret etmeye başladım yeminle! Paylaşmak istediğim şu ki; ben kadın milletinden pek haz etmeyen bir kadınım aslında.

Bu arada farkındayım, "Müzik Umutları Cesaret Kanatlarıydı" (?!) olmasa kimsenin yolu düşmeyecek bu köhne bloga... İyi ki Güntaç beybisi o hiç izlemediğim dizide oynuyor da; bir günü bile ziyaretçisiz geçirmiyorum. Eskiden böyle miydi?! İki gün boyunca kimseler gelmezdi. Durum böyle olunca ben de "Bir yazı patlatayım da; millet geliversin buralara, boş kalmasın buralar." derdim. Yani bu bir aylık ayrılığı biraz da MUCK'a bağlayabilirim.

Bir itiraf: "Kuzey Güney"i izliyorum ve Kıvanç Tatlıtuğ'un harika bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Hatta aksini iddia eden biriyle bu mevzuyu hararetli bir şekilde tartışabilirim. Kıvanç Tatlıtuğ'dan zerre haz etmeyen ben için oldukça enteresan bir durum bu aslında. Öncelikle bunu idrak etmen gerek.

Bir ara Rebel Moves vardı... Sahi ne oldu ki onlara?! Ben kalın kaşlı kadınlardan biri olmak isterken nedir bana garezin kaşlarım? Ben hiç kalın kaşlı bir dilber olamayacak mıyım? Ve ilginçtir, küçük şeyler sevindirir ruhumu. Kimsenin hayal bile edemeyeceği şey ise aynı ruhumu küçük şeylerin üzdüğü, üzebildiğidir. Yine de "Daha mutlu olamam!" derken durup düşünmeli ve gözümüzün önüne öldüğümüz anı getirmeliyiz. En mutlu anı... Ay ne karamsar oldu; ama ölüm bir kurtuluş aslında. Hım?

Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD

5 Oca 2012

Bu Ara Beni Ara


Klişelerden klişeler beğenip beğenip yapıştıracağım bir yazı da olabilirdi bu mesela... Kıyamam sana; naber, nasılsın?!

Yılbaşı eğlencemiz hakkında uzun uzadıya bir yazı yazmayı çok isterdim; ama olan var olmayan var. Ayıp yani şimdi ballandıra ballandıra benim o şahane bumbastik geceyi sana anlatmam. Ha bu arada aklıma gelmişken, görgüsüzlük ve sonradan görmelik hakikaten acayip şeyler. Bu yüzdendir ki davul dengi dengine.

"Davul bile dengi dengine" lafı da bir acayip aslında. "dengi dengine, dengi dengine, dengi dengine" desene bir. Sesli! Haydi ama... Eğlendin mi? Ben eğlendim. Bir de, acaba seninle birlikte, aynı anda daha kaç kişi yaptı bunu acaba?!


Mesela ben Since Yesterday dinlerken hep aklıma gelir "Benimle birlikte daha kaç kişi dinliyordur bu şarkıyı tam şu an?!" diye. Çember çok dar olduğu için düşündürüyor aslında bu beni. Tutup da bir Lady GaGa şarkısı dinlerken bu hisse kapılmamamın nedeni çemberin fazlasıyla geniş olmasıdır. Öyle.

Bazı şarkılar, kusmak için boğaz parmaklamaya benziyor. Akıyor kelimeler beynimden klavyeye, dökülüyor hepsi yazıya... Kağıt kalem nostaljik geliyor artık insanlara. Ben ise defter aldırdım kendime "like a boss" Zaten çok aşığım ben. Biliyorum. Der Kuss; ama sen bilemeyebilirsin sebebini.

Şu duş altında ağlama klişesini yapmaya niyetliyim, bir gün olacak! Tren halayı ise Bahçeli 7. Cadde'de itinayla tanıtıldı. Çok özgürüz hep özgürüz aslında. Ve ben buraları terk etmeye niyetlenmişken o kadar üzüntü sarıyor ki bedenimi, duş altında ağlama klişesini kesinlikle gerçekleştirmeliyim. Bir insan jilet işer mi? Bu sana ödev, düşün. Facebook'ta aile bireylerini engellerken yeni bir aile oluşturmak da bir acayip. Hoş geldin yeni "Süperinsan" Zaman içinde öyle bir benimseniyor ki; evleniyorum ben mesela. Biri kafamda testi kırsın, çünkü ya tutarsa?!


Hadi şimdi dağılıp daha mühim işlerinizle meşgul olun. Kafa dağıtmak isterseniz, uğrayın, dertleşelim.

Öperün.
-EDD